KorkuLine Türkiye'nin en gizemli sitesine hoş geldiniz

Türk Mitolojisi

Türk Mitolojisi

“Kafesinden kaçmış birer kartal gibi, hiç yorulmamış ve aç kurtlar gibi ve amansız bir Sayan dağı fırtınası gibi geldiler üstümüze prensim. Ve son askerinizde orda can verdiğinde ve son bayrakta düştügünde toprağa, onlar hiç arkalarına bakmadan ve sanki hiç savaşmamış gibi sürdüler atlarını içimize. Prensim soruyorsunuz “nasıl durdurabiliriz diye?
Onlar... Efendim... Durdurulamazlar.”

Ho-Tsun
Prensine Hitaben yazdığı mektupta..


O zamanlar Altay dağlarının soğuk ve sert havası doldururdu, eteklerine kurulmuş obalarda yaşayanların ciğerlerini. İnsan böyle bir havada gevşek olamaz, demir gibi olur insan, sert ve savaşçı.

Ve kadınlar ve erkekler ve çocuklar yol alırken her mevsim değişiminde, uyuşuk ve titrek atamazlar adımlarını toprağa. Kimi zaman fırtına kimi zaman insanoğlu düşman olur bu kavme ve bu kavim uyuşmadan, tembelleşmeden, hımbıllaşmadan yürür ve onur kuralları sarar her taraflarını “hiç kimse düşmez yavaşlatmamak için yürüyüşü”, “hiç kimse muhtaç bırakmaz kendini bir diğerine” ve “eğer düşerse biri ve eğer güçsüz kalırsa arkada ve yavaşlarsa adımları bir karındaşının, diğeri çıkar yanına güçsüze omuz vermek için, hiçbir karındaşı arkada bırakmamak için.”

Toprak ödünsüzdür, pek gönlü yoktur mahsul vermeye. Hayvanlarsa ürkek ve hızlıdırlar, karınlarını doyurmak için sabırsızdırlar. Yemek aslanın ağzındaysa almak lazım gelir, en büyük düşmanın elindeyse toprak yenmek lazım gelir ve eğer hayvanlar öleceklerse ve eğer oba fakirleşecekse ve eğer doyuramayacaklarsa çocuklarını ve karılarının figanları dolduracaksa semayı o zaman ön sıralara gitmek lazım gelir, omuz omuza kılıç kuşanmak lazım gelir, at üstünde ok tutmak, kahraman olmak lazım gelir.

Bu yüzden isim almak için kahramanlık yapmak lazımdır. Bu yüzden küçükken ata binmek, kılıç kuşanmak, at üstünde ok tutmak lazımdır. Bu yüzden ödünsüz ve serttirler, bu yüzden güçlü ve boyun eğmezdirler, bu yüzden anlamazlar onlar bozkırın etrafına bir çit çekerek benimdir denmesini, bu yüzden sığamaz onların yürekleri taştan binaların içine, özgürdürler kartal gibi ve beraber yaşarlar kurtlar gibi ve asla boyun eğmezler aslan gibi.

Bu yüzden onlar efsane olmuşlardır büyük okyanustan, atlas okyanusuna kadar, Hindistan’dan, Rusya’ya ve eski Çin’den görkemli Roma’ya kadar. Ve bu yüzden adları geçer 3000 yıllık Çin tabletlerinde “kudretli” diye, bu yüzden “tanrının kırbacı”dır Atilla ve bu yüzden ağlardı Bizanslılar “Türkler geliyor” diye.

Onlar Tengri dağlarının havasını solurlar, onlar uçsuz bucaksız bozkırların özgür kucağında yaşarlar, onlar savaşırken esir edilemeyenler, kanlarından ırmaklar kızıla boyandığında bile pes demeyenler, onlar “ikisi yanyana gelirse devlet kurarlar” ve onlar tanrılarının –iyi olsun kötü olsun- asla onursuzluğa asla şerefsizliğe asla korkaklığa müsamaha göstermediği.

Onlar.. Türkler..

YARATILIŞ

1. Efsane (Altay Efsanesi)

Herşeyden önce ve henüz hiçbir şey yokken, Kara Han ve su vardı. Kara Han yaratmak istedi ve yarattığı bir şey olsun istedi ve insanı yarattı yalnız kendinden ve sudan oluşanın ortasına. İnsan uçmaya başladı suların üstünde, Kara Han yaşasın istedi insan ve yaşaması için suların içinde olan yıldızı çıkardı, buyurdu insana “sen bundan bir avuç toprak al ve bunu serp suyun üstüne” ancak hileciydi insan, haindi bir avuç toprak aldı yıldızdan, bir avuçta kendi için ayırdı ve ağzına sakladı.

“Serp” dedi Kara Han ve serpince insan toprağı suyun üstüne bir ada oluşmaya başladı ancak insanın hainligi ve hileciliği yoksundu bilgelikten, ağzına sakladığı toprakta büyümeye başladı, dayanamadı insan, Kara Han anladı hileyi ve yarattığının çektiği acıyı “Tükür” dedi ve suya tükürdü insan, dağlar meydana geldi bundan.

Kara Han adaya bir çam dikti ve 9 dalı vardı bu çamın. Bundan sonra bıraktı insani dilediğince yaşasın diye ve gözlerini çevirdi gökyüzüne 17 kat gökyüzü yarattı ve en üstüne kendi oturdu 16.kata bir oğlu Ülgen Han’ı oturttu. Sonra Yer altında yarattı bir alem ve oranında başına öbür oğlunu Erlik Han’ı oturttu.

2. Efsane (Altay Efsanesi)

Herşeyden önce yer yokken, gök yokken, ay ve güneş yokken, yalnız su vardı ve sudan başka Tanrı ile bir kişi vardı. Kara Kaz kılığında uçuyorlardı suyun üstünde. Kişi rüzgar çıkarıp suyu dalgalandırdı ve su serpti Tanrının yüzüne ve bu kişi büyüklük sevdasına düştü daldı suyun içine, boğulacak gibi olunca “Tanrı yardım et bana” diye yalvarmaya başladı ve Tanrı “Yukarı Çık” dedi. O kişi Tanrının emriyle çıktı suyun içinden ve Tanrı şöyle buyurdu “Sağlam bir taş olsun!”

Buyruğuyla suyun dibinden bir taş çıktı ve Tanrı ile kişi bu taşın üstünde oturdular. Tanrı kişiye buyurdu “Suya dal” dedi ona “Suyun içinden toprak çıkar”. Kişi daldı suyun içine ve düşündü “kendim içinde toprak alayım biraz” iki eline aldı topraktan ve birini ağzına sakladı. Yer yaratmak istiyordu Tanrıdan gizli. Ve toprak suya serpilince büyümeye başladı, bu kişinin ağzındaki toprakta büyüyordu boğulacak gibi oldu, kaçmaya çalıştı ancak ne tarafa baksa Tanrıyı görüyordu sonunda dayanamadı haykırdı “Tanrı gerçek Tanrı bana yardım et!”. Tanrı “Ne yaptın?” dedi “Benden gizlemeyemi çalıştın toprağı? Ne için gizledin benden?” cevap verdi o kişi “Yer yaratayım diye bu toprağı gizlemiştim ağzımda.” Hiddetlendi Tanrı, “At” dedi “o toprağı dışarı at!”. Kişi atınca toprağı bu topraktan küçük tepeler meydana geldi.

Tanrı döndü ve buyurdu “ Sen günahlı oldun, bana karşı fenalık düşündün, sana itaat eden halkın düşündükleri dahi fena olacaktır.” Ve buyurdu Tanrı “Bana itaat eden halkın düşünceleri arı, temiz olacak onlar güneş görecek, aydınlık görecek, Ben gerçek Kurbustan adını almışımdır senin adın ise Erlik olsun. Günahlarını benden gizleyenler senin, günahlarını senden gizleyen senin halkın olsun.”

Dalsız budaksız bir ağaç bitmişti toprağın üstünde ve Tanrı bu dalsız budaksız ağaca 9 dal döktü. Onu güzelleştirdi ve tam bu sırada Erlik bir gürültü duydu. Merak etti sordu “bu gürültüde nedir?” ve cevap verdi Tanrı “Sende hakansın ve bende bir hakanım, bu duyduğun gürültüyü yapan benim ulusumdur.”. Erlik Han kıskandı “bana ver” dedi “bu kavim benim olsun.”. Ancak Tanrı müsamaha göstermedi, bunun üzerine Erlik Han bu kavme bakmak istedi ve kalabalığa doğru yürüdü.

Yabani hayvanların, kuşların, insanların ve daha nice canlıların yanyana olduğu bir yere geldi ve “Tanrı nasıl yaratmış bunları ?” diye düşündü, burada bulunan insanlar bir ağacın meyvesi ile besleniyordu, ağacın bir tarafındaki meyveleri yiyorlar diğer tarafındaki meyvelerden almıyorlardı. Erlik Han sordu “Neden yemezsiniz diğer taraftaki meyveleri?” ve cevap verdi insanlar ona “Tanrı bize bu 4 dalın meyvesini yemeği yasak etti, güneşin doğduğu yanda bulunan 5 dalın meyvesini yememizi buyurdu. Yılan ile Köpeğe bu 4 dalın meyvesinden yemek isteyenleri bırakmayın diye emretti. Bundan sonra Tanrı göğe çıktı ve bundan sonra bu 5 dalın meyvesi bizim aşımız oldu.”

Erlik Han bunları duyduktan sonra Törüngey adlı bir insanı buldu ve ona “Yalan söylemiş size Tanrı, kandırmış sizleri, bu 4 dalın meyvesinden yiyiniz!” dedi. Yılan uyuyordu ve Erlik Han yılanın ağzına girdi, “bu ağaca çık” buyurdu yılana, yılan ağaca çıktı ve yasak meyveden yedi. Törüngey ile karısı Eje beraber geziyorlardı. Erlik onlara tekrar “bu meyveden yiyin” buyurdu. Törüngey istemedi ancak karısı Eje bu tatlı meyveden yedi. Sonra kocasına uzattı “ye” dedi ona ve Törüngey yedi, Törüngeyin yemesiyle ikisininde tüyleri dökülüverdi, utandılar, ağaçların altına saklandılar.

Sonra Tanrı geldi. Bütün ulus Tanrıdan gizlenmişti. Tanrı haykırdı “Törüngey! Törüngey! Eje! Eje! neredesiniz?” onlar cevap verdiler Tanrıya “ağaç altındayız ve sana gelemeyiz çünkü biz senin yasakladığından yedik.” Yılan, köpek, Törüngey ve Eje hep suçlarına birbirlerine attılar, sonunda Tanrı “şimdi” dedi yılana “sen Körmös (şeytandan olan) oldun, kişiler sana hep vursun.” Bundan sonra Eje’ye döndü “Yasak meyveden yedin, bundan sonra sen çocuk doğuracaksın, gebe olucaksın ve hep doğum sancıları çekeceksin.” Ve sonra Törüngeye döndü “Körmösün aşından yedin, beni dinlemedin, yalan söze kandın, onun sözünden kananlar onun ülkesinde yaşasınlar benim nurumdan mahrum kalsınlar, karanlık dünyada bulunsunlar. Körmös sana düşmandır, sende ona düşman ol. Şimdi senin 9 oğul 9 kızın olsun bundan sonra ben kişi yaratmayacağım, kişiler sizden olsun.” Tanrı Erlik Hana döndü, “Ne için aldın ulusumdan olanları” dedi. Erlik Han, “Ben istedim sen vermedin bende hırsızca almaya karar verdim. Ben alacağım, Atla kaçarsa düşürerek alacağım, Kımız içip sarhoş olursa döğüştüreceğim, Ağaca çıksa gene alacağım.”. Ve Tanrı hiddetlendi, “3 Kat yerin altında, ay ve güneş olmayan bir karanlık vardır. Ben Seni oraya atıyorum.”. Ve sonra insanlara döndü, “Bundan sonra size yemek vermeyeceğim” dedi “Kendinizi kendi gücünüzle besleyin. Sizinle konuşmayacağım ama sizlere Maytere’yi göndereceğim.”

Maytere geldi. İnsanlara araba yapmasını, aş yapmasını, ot köklerini öğretti.

Erlik Han Maytere’ye yalvardı. “Ey Maytere” dedi “Sen benim için Tanrıya başvur, İzin versin ben Tanrının yanına çıkayım.” Bunun üzerine Maytere Erlik’in kabulu için Tanrıya 60 yıl yalvardı.

Sonunda Tanrı Erlik Hanı kabul etti ve Erlik Han Tanrıya yalvardı “Beni yanına al” dedi ve bunun üstüne Tanrı “Eğer bana karşı kötülük yapmazsan, kavmime haset ekmezsen var git istediğin yere.” Bunun üzerine Erlik Han Göklere kendi yerini kurdu. Ve orda kavmini büyüttü.

Tanrının has kişisi Mangdaşire düşündü “Erlik Hanın kavmi hep göklerdedir ve çoktur, halbuki bizim kavmimiz yerdedir. Bu Kötü bir şey.” Ve sonra Tanrıya darılıp Erlik Han’a savaş açtı. Ancak Erlik Han’ın gücü çoktu ve Mangdaşire’yi yendi. Bunun üzerine Mangdaşire Tanrıya gitti. “ Tanrım” dedi “Erlik Hanın avanesi çoktur ve göklerdedir, bu fena bir şey ben onları yere indirmek için savaştım ancak Erlik Hanın gücü çoktur ben onu yenemedim.” Tanrı “benden başka kimsenin gücü ona yetmez” buyurdu. “Fakat bir zaman gelecek senin gücün ondan çok olacak ben o zaman sana var git diyeceğim yeneceksin Erlik Hanı”.

Bir gün Tanrı Mangdaşireyi yanına çağırdı ve “Var git Erlik Hanı Yen” dedi. Mangdeşire bunun üzerine “Ama benim yayım yok, okum yok, benim kargım yok kılıcım yok. Ancak Kolum gücüm var ben nasıl Erlik Han’a varayım?” dedi. Tanrı ona kargı verdi ve “benim takdisim sana yetsin” buyurdu. Bunun üzerine Mangdaşire Kargısını alıp Erlik Han’a vardı ve savaştı, o zamana kadar dağlar yok idi, dağlar oldu, güzel Tanrının yarattığı yerler alçaklı yüksekli oldu ve Mangdaşire güçlü çıktı, Erlik Han ve Avanesini yere döktü.

Erlik Han tekrar Tanrıya döndü “sen beni yerimden ettin, benim barınacak yerim yok” dedi. Tanrıda ona “Senin yerin yerin altındaki karanlıktır, orada güneş yoktur ay yoktur ancak bitmeyen alevler vardır” dedi. Erlik Han “ben ölmüşlerin canını alacağım buyurdu.” Tanrı müsaade etmedi, “var git kendin yarat” dedi. Bunun üzerine Erlik Han bir eline çekiç, körük, örs aldı. Çekici örse bir vurdu, kurbağa çıktı, bir vurdu yılan çıktı, bir vurdu domuz çıktı bir vurdu albıs çıktı bir daha vurdu deve çıktı.

En sonunda Tanrı geldi ve Erlik Hanın çekicini örsünü ve körüğünü aleve attı. Bundanda bir kadın ile bir erkek çıktı. Tanrı Erkeğin suratına tükürdü ve o yalban oldu, Kadının suratına tükürdü ve oda eti yenmez, tüyü yelek olmaz Kurday kuşu oldu.

Bütün Bunlardan sonra Tanrı halka baktı ve “Ben size mal verdim, aş verdim, yerin üzerinde iyi ve güzel sular verdim. Size yardım ettim, Sizde iyilik yapın, ben göklere döneceğim ve çok zaman gelmeyeceğim.” Dedi. Sonra “Şal-Yime sen kımız içip aklını kaybedenleri, körpe çocukları, kısrak yavrularını ve buzağılarını koru. İyi sakla,iyilik yapan ölülerin canlarını yanına al, kendi kendini öldürenleri alma, zenginin malına göz dikeni, hırsızları, kıskananları alma, benim için ve hakanı için dövüşenleri yanına al, Kahramanları yanına al, korkakları alma, sözüne sadıkları yanına al yalancıları alma, insanlar körmöslerden korunun, onların aşından yemeyin, onlarla savaşın onlarla mücadele edin, beni unutmayın ben simdi gideceğim ama sonra geleceğim, geldiğim zaman sizin iyilik ve kötülüklerinizin hesabını göreceğim şimdilik benim yerimde Yapkara, Mangdaşire ve Şal-yime kalıyorlar” buyurdu.

Bunları söyledikten sonra Tanrı uzaklaştı. Mangdaşire insanlara icatlar öğretti, avlanmayı ve eşya yapmayı belletti. Silah yapmasını ve kendini korumasını öğretti. Sonra onu rüzgar aldı ve gitti.

Yapkara bunun üzerine “ben Tanrının elçisiyim” dedi, “Mangdaşire gitti. O Tanrının yanında. Ben Tanrının istediği yerde duracağım, siz öğrendiklerinizi unutmayınız, Tanrının yargısı budur.”. Sonra insanları kendi hallerine bırakıp oda gitti.
(Gürman Timurhan'dan Alıntıdır)

 
Toplam 85550 ziyaretçi (190646 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol